28 Eylül 2007 Cuma

bi gün bi düştüm...ve...


Şimdi beni tanıyan herkes "bu yeni bişey değil ki" diyecek, hele beni yeterince uzun süredir tanıyanların çoğunun "bir gün yolda yürüyorduk, yan tarafıma bi baktım, Ceren yok, düşmüş.." şeklinde bir anısı vardır.. bunların en sonuncularından biri ve en belgelenmişi de Temmuz'da Bukiciğimizin düğününde halay esnasında gelinin eteğine basarak, benden beklenmeyecek bir 'zerafetle' havaya sıçrayıp hoooop yere düşmem; ilk şoku atlattıktan sonra kalkıp halaya devam etmem olur sanırım...



Genelde düşene gülerim, düşünce de gülerim... hatta bi keresinde babamın oturduğu sandalye olduğu yerde ikiye ayrılmıştı ve ben o kadar çok gülmüştüm ki babam 2 saat konuşmamıştı benimle:))) ya çok komikti ama... neyse yine konudan sapıyorum.. yeni paragrafta son düşme hikayemi ve devamındaki gelişmeleri anlatayım...



Efenim, ben az bi topluca (!) bi insanım, özellikle son 1 senede tez yazılacak ödev verilecek derken master süresince (Italya master maceralarım ayrı yazıların konusu, bi elim gitse de yazsam) verdiğim bütün kiloları gani gani geri aldım.. ve bunları vermek üzere tam bir girişimde bulunuyordum ki spora alışık olmayan bünyem ertesi gün yine spora zorlanacağını anlayınca kendini yerden yere attı, ama tepkinin sonuçları biraz ağır oldu:( L1 omurgam kırıldı.. Düşerken tam o noktayı merdivenin kenarına çarpmışım...



Şimdi burada ameliyata kadar geçen süreç, çektiğim ağrılar, ameliyat sırasında ve sonrasında yaşadığım sıkıntıları anlatıp içinizi baymak niyetinde değilim ama diyeceğim şu ki, tek başınıza tuvalete gidebildiğiniz her an için şükretmek lazım... sabah kalkınca çoraplarınızı kendiniz giyebiliyorsanız çok şükür...



Bu düşüşün güzel sonuçları da var elbette... herşeyde bir hayır (haayııır değil:)) ) var...



Bi kere fotoda da göreceğiniz gibi bir sürü oyuncağım oldu, bir de gelenlerin yazdığı "geçmiş olsun" defterim.. defterden öğrendiğime göre çok neşeli ve etrafına enerji saçan bi insanmışım, yokluğum fark ediliyormuş, özleniyormuşum... hemşireler beni katın en pozitif hastası ilan etti... bi de telefonumun şarjı gelen aramalardan o kadar çabuk bitti ki ne kadar mutlu bir ameliyat dönemi geçirdim anlatamam... Annem, canım, hep yanımdaydı... Babam, hastanelerden nefret etmesine rağmen sabah kahvaltısını yapmaya hastaneye geldi her gün, tüm kaprislerimi çekti, Anneme kaçak tatlı-köfte falam getirdi iftara...



Bu tatlı ve köftelerin bana değil Anneme gelmesinin sebebi de benim bir türlü vedalaşamadığım kilolarım.. ha bugün ha yarın derken kendileri vücüdumda bi koloni kurmuşlar, gidesileri yok... amma velakin bel rahatsızlığının en büyük, en önemli tedavisi belin taşıdığı yükü azaltmakmış.. bundan sonra rejim acılarım ve maceralarımı anlatacağım blogspotumda... inşallah en kısa zamanda, sorunsuz, sağlıklı bir şekilde dolabımdaki bütün kıyafetleri giymeye başlarım:)



Yani.. bir gün bir düştüm ve bütün hayatım değişti derim belki:))



Gelen-Arayan-Dua eden-Üzülen-Düşünen-Vah vah diyen herkese ne kadar teşşekkür etsem az... çok bi klişe belki ama insanı sevgi-ilgi iyileştiriyo.. hele de Cerenseniz, Yengeçseniz...:))



17 Eylül 2007 Pazartesi

Hoşgeldin Remezaan



Ramazan ayının 5. günü bugün... eskiden babaannem ramazan yaklaşırken günler önce haber verirdi.. "3 aylara girdik, ramazana şu kadar kaldı..." diye.. bana pek birşey ifade etmezdi 3 aylar ama Ramazan dedin mi orada duracaksın, pek severdim.. arkadaşlarla fırında pide kuyruğuna girer, oruç olmadığımız halde sıcacık pideyi eve tek parça halince götürmek için bütün irademizi kullanırdık (e tabi apartmandan içeri girince, kimse bakmadan-görmeden azıcık tırtıklardık:)) )...

Tekne orucu tutar, arife gününe bir gün kala anneannemlerin evine gider, arife suyuna banyo yapar, yengem bayram baklavası-suböreği yaparken tepesinde dikilir, küçük sofrada küçük oklavayla hamur açardım.. sanırım bu bendeki yemek yapma merakı o zamanlardan kalma.. çörek yapılır Amasya'da, (Amasyalıyız biz, hem annem hem babam, her bayramda da giderdik eskiden) çöreğin içine de haşhaş konur ama o haşhaş ezme kıvamına gelene kadar dibekte dövülür, anneannem de oyalanalım diye kuzenle benim elime tutuştururdu dibeği, vur Allah vur... canımız çıkardı, musluktan su içer tekne orucunu bile yerdik:))

Neyse, şimdi "direkler arasında ramazan çadırı kurulurdu" geyiği gibi oluyor farkındayım ama gerçekten eskiden herşey bu kadar ticari değildi, oruç tutan tutmayan Ramazan'a saygılıydı.. kimsenin canı çekmesin oruç ağız diye yemekten bahsedilmez, yemek yaparken koku çıkarsa Ramazanda illa ki komşuya da gönderilirdi.. bende 'gurmelik' bu zamanlar başladı, pişen yemeklerin tadına bakarak:)) "kızım bi bak şuna tuzu nasıl, eksiği var mı?" diye parmak kadar çocuğa sorulurdu ben de tuzu yok, soğanı az şekilinde bilmiş bilmiş konuşurdum, pek de hoşuma giderdi..

Televizyonda da bu kadar çok reklam yoktu tabi o zamanlar, mesela şimdiki gibi iftar öncesi sucuk reklamı yoktu sanki...bu arada benim bu yazıyı asıl yazma nedenim reklamlardı, her zamanki gibi dağıldım (bilinç akışı:)) ) ..Ramzan ayının geldiğini-yaklaştığını kola ve bilimum yabancı ürün reklamlarından anlıyor olmamız ne kadar acı.. yabancı bir banka Ramazanda daha çok harcayın, daha çok kazanın konulu bir reklam kampanyası yapmış ama ne reklam, izleyince insanın gözleri doluyor, hele kola reklamları, dondurma reklamları insanın içini cız ettiren cinsten, bayrama doğru hepimiz ağlatacak şeker reklamlarının çıkmasını bekliyorum daha, al eline bi rulo tuvalet kağıdı, izle Ramazanda reklamları, ne Binbir gece, ne Hatırla Sevgili.. hepsi hikaye


di mi ama?




PS: pide fotoğrafı http://www.selincaglayan.com/?p=103 adresinden.