26 Temmuz 2007 Perşembe

yedim yedim yedim+limonata+hayri pitir


bu aralar öyle bir yiyorum ki artik etrafimdakiler her an patlayacakmisim gibi bakiyorlar bana.. ustume olan 2-3 pantalon 2 etek kaldi, cevirip cevirip onlari giyiyorum.. durum cok vahim yani... ama yine de "e yemiyim artik, oyh oyh oyhş, buna bi dur diyip diyet falan yapayim" gibi bir farkindalik duzeyine eremedim:)) ererim bi gun.. di mi??

soylemesi ayip (neden ayip bilmiyorum, caniniz cekmesin diye sanirim) oglen yemegimi resimde gorulen kahve ve dondurmali profiterolle tamamladim, mutluyum.. saka diil cidden mutluyum...cikolata en guzel bisey bence.. booyle insanin icine bi huzur doluyo... yemekten hemen once de buzdan bi limonata ictim, smootie makerla yapilmis, limonlu buz.. bu havada da tam ihtiyac duyulan sey soguk-buz gibi icecekler...hani hararet alsin, vucut isisini dengelesin diye cay icerler ya, asparagaass..inanmayiinn:))

simdi ben limonata cok severim hatta en cok da boyle uzun bardakta, ayakustu pastanede icilen limonatayi, nerde menude limonata gorsem bi icerim, bi de eskiden yazin misafirlikte limonata ikram edilirdi cocuklara, gunlerde falan, bayilirdim ona... dun aksam dayimlara yemege gittigimde yengemin yaptigi limonatayi icince birden 15 sene geriye gittim, ilkokula dondum... (tarif: dokuz limonun kabugu-rendelenmis+8 bardak seker iyice harmanlanip 1 gece bekletilir, ve uzerine limonlarin suyu eklenir..serbet kivaminda bir karisim elde edilir.. limonata yapılacagi zaman suyla karistirip, nane yapragi ile suslenip serviz yapilir, hupur hupur iciliir)

son uc gundur ne yaptigima gelince;

elimde ki işi bitirmek yerine (daha kolay bi is zannettigimden sermistim biraz... yanilmisim.. yine uykusuz kalinacak, vacip..) hari pitirla olan randevuma gittim.. pazartesi baslayan 610 sayfalik sohbetimiz carsamba gunu aksam uzeri sona erdi... bu son gorusmemiz oldugundan biraz huzunlu bir ayrilik oldu, her ne kadar kendisi gittigi yerde rahat/multu olsa da ayrilik zor helbet, bi 610 sayfa daha olsa okurdum.. oyle akici oyle eglenceli ki, kesinlikle hayri pitir fanatiklerni hayalkirikligina ugratmayacak basarili bi son kitap olmus... simdi kitbi okumayan, cevirisi ciksin diye bekleyenler vardir diye cok bisey yazamiyorum ama hayriyia tartismak isteyen olursa acigim:)) alef bu laf sana anlamissindir, zira senden baska pek okuyan yok bu blogspot'u:)))

artik ise donuyorum, dejenere turkcem icin ozurler, turkce karakter kullaniyo muydum kullanmiyo muydum hatirlayamadim da:))

9 Temmuz 2007 Pazartesi

açık mektup

özlemek benim defom sanırım... hep özlüyorum, herkesi özlüyorum.. İtalya'dayken Türkiye'yi, Türkiye'deyken Roma'nın meydanlarını özlüyorum, Başak'ı özlüyorum, sabah huysuz huysuz uyanıp söylenmeyi, onun bana da ballı limonlu ılık su içirmeye çalışmasını, akşam yemeğini 1 hafta önceden planlamayı özlüyorum... Efe'yi özlüyorum, manasız gülmelerimizi, saçma saçma birbirimizi didiklemeyi, alev-efe-ceren üçlüsü olarak her gittiğimiz yerde gülme krizlerine tutulmayı özlüyorum... beraber türk filmlerinin taklitlerini yapıp insanları güldürmeyi, sonu gelmeyecekmiş gibi sürekli "bi dakka güzelim, önce şunu bi söyle, ama neden..." demesini, tartışmanın ya 1 şişe şarapla ya da sınırsız aburcuburla son bulmasını özlüyorum... sinemaya gidemiyorum artık, kimse benimle beraber o kadar çok gülmüyor ve ben ağlayınca dalga geçerek beni güldürmeye çalışmıyor... ya da anlamıyor o an sadece ve sadece ağlamaya ihtiyacım olduğunu...
alefimi de özlüyorum, kapıyı çalıp kendi evime girer gibi onun evine girmeyi, hayatta hiç içmediğim kadar çok çayı içmeyi, aptal saptal televizyon programlarını izleyip dedikodu yapmayı, omzunda ağlamayı, gözümüzden yaş gelene kadar kapıyla aynı renk olmuş adama gülmeyi özlüyorum (tamam alev, ona en çok ben gülüyorum, sen benim senelerdir bunda bu kadar gülecek ne bulduğumu düşünüp halime gülüyosun, onu da biliyorum yaanii).. teklifsiz-davetsiz ben geldim, çorpa versene buz kesti ayaklarım demeyi özlüyorum...
eşşek kafalılar, çok şey vardı kalkıp gittiniz hepiniz... ya tamam gittiğiniz yerlerde mutlusunuz falan, onu düşündükçe mutlu oluyorum, görşüyoruz-konuşuyoruz falan ama ne biliyim, aslında eski hayatımı özlüyorum sanırım...
Allahtan alefle süpper bi Kaş haftası geçirdik de, az biraz rahatladım..(canımcım beniimmm)
neysse, şimdi efe burda ;
http://www.ncl.com/nclweb/fleet/shipInformation.html;jsessionid=GR0H9RzWg1vyLGQSbznGK08xk2JdKDFM!-1681849817?shipCode=PEARL :)) bakalım ne anılarda ne resimlerle dönecek miço arkadaşım:PP.. efe ya dön artık, çok birikti konuşacak.. sana diyoruuumm, dinle burayı!!!
ya başak diyorum ki bi tatile gitsek yine beraber, babam bize kızsa "hicap duyuyorum" dese biz kelebek okuyunca falam:)) hem yemek bile yapmıyorum ben artık biliyo musun?? sen yemiyince bi keyfi olmuyo arkadaşımmm... e gel artık...

4 Temmuz 2007 Çarşamba

kaş mı desem çıralı mı




Her konuda olduğu gibi bu konuda da tembelim.. başladım blog olayına bir heves, yaptığım mamaları, okuduğum kitapları, izlediklerimi falam yazayım diye ama olmadı..bir türlü düzenli yazmayı beceremeyeceğim sanırım.. neyse en azından aklıma geldikçe, elim gittikçe yazayım bari..

Geçen haftlarda 5-6 gün Kaş'a 3 gün de Çıralı-Olympos'a gittim...bir yengeç burcunu deniz kadar başka hiç birşey canlandıramaz bence... Kaş'ın dibi sanki spotla aydınlatılmış gibi berrak denizi mi Çıralı'nın sonsuz kumsallara benzeyen denizi mi daha güzel derseniz karar veremem gerçekten...

Kaş'a Alefcim ve eşiyle beraber gittik... çok özlemişim, Alev Londra'da yaşadığı için skype hariç pek görüşemiyoruz haliyle.. konuşacak ne çok şey birikmiş, ne sessizlikler birikmiş, ne keyifler.. ilaç gibi geldi 5 gün... her ne kadar 3000km nedir bunca yıllık dostluğun yanında desek de özlem zor şey tabi.. konuşuyorsun ama gözlerinin bakışını, sıcaklığını alamadığın zaman eksik kalıyor birşeyler.. birikmişleri döktük, yenilerini biriktirdik 5 günde.. denizin tuzuyla ve güneşle kavurduk günleri, begovillerin altında serin serin muhabbet ettik, liman ağzındaki ufak deniz kestanesi olayını ve çıplak ayakla betonda yürüyen Cüneyt'in tabanlarının haşlanmasını saymazsak çok dingin ve sakin bi tatil oldu, şişede balık olduk, nargileleri tüttürdük...yasemin ve taze nane kokularının arasında içtiğim elmalı nargilenin tadı damağımda kaldı...ama en çok Alev'den ayrılmak zor geldi, buna da şükür tabi ya o bir hafta da olmasaydı, di mi ama:)))

Sonraki hafta, perşembe akşamından 11 kişi yola çıktık (bütün oda izin alamdığımız için selinciği nöbetçi bıraktık, cuma akşamı geldi), yolda sucuk ekmekleri yedikten sonra (evet, cidden gece 02:30'da sucuklu tost yedim ben) sabah Çıralıda inip kahvaltı bile etmeden denize attık kendimizi... Çıralı'da kaldığımız otel değil de (Otelin sahibi bize baktıkça gözünde dolar işaretleri çıkıyordu, sanırım kendisi için yabancı turistten daha az para bırakan bir grup yerli sefilden başka bir şey değildik.. her neyse, konu bu değil) 3 gün boyunca hergün öğlen ve akşam yemeklerimizi parmaklarımızla beraber yediğimiz Orange Motel tatilin unutulmaz olmasında birinci etkendi..yediğimiz köpoğlu mancasının(böyle mi yazılıyor bu??) tadı hala hepimizin damağında, döneli 3 gün oldu, anlata anlata bitiremedik... insan 6 öğün aynı şeyi yer mi ya:)) Dolunayın denize şavkı vurdukça gündüz olan gecede yüzmek ve dolunaya karşı sahilde uyuya kalmak, ertesi gün yağan sağnakta suyun altından damlaların denize düşüşünü izlemek hem yeni hem de unutulmaz deneyimlerdi... 12 kişinin beraber tatil yapması, kimsenin çıkıntılık yapmaması, şikayetlerin ve memnuniyetlerin ortak olması inanılır gibi değildi...

Dido'nun şarkısındaki gibi "I've still got sand in my shoes.." yıkayamıyorum tuz kokan şezlong örtüsünü, sanki deniz kokusu evde bi yerlerde kalırsa Ankara birden daha az kuru olacak gibi... Yanlış anlaşılmasın, seviyorum ben bu şehri ama bi de denizi olsa...